Her yıl Aralık ayında, yerli malı haftası kutlanırdı. Sınıftaki bazı arkadaşlarımız, annelerinin hazırladığı patates haşlaması, mısır patlatması, elma, ceviz, iğde, ekmek ve pasta gibi yiyecekleri getirir; hep birlikte okulda yer, keyifli bir gün geçirirdik. Öğretmenimiz, yerli malının öneminden bahseder, bize bunu anlatırdı.
O zaman ilkokul beş yıl sürerdi ve beşinci sınıfa kadar tek bir öğretmenimiz bizi geleceğe hazırlar, anne ve babamızdan sonra bizi en iyi bilen kişi öğretmenimiz olurdu. Kışın teneffüslerde okul bahçesinde kardan adam yapar, kartopu oynardık. Üçüncü sınıfta çarpım tablosunun tamamını ezberler ve Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşı’nın on kıtasını öğrenirdik.
Ayakkabılarımız genellikle babamızın aldığı kara lastiklerden oluşuyordu; o yıllar çoğu aile için ekonomik zorluk demekti. Ama biz mutluyduk, umutluyduk. Sosyal medya ve internet gibi mecralar yoktu, sokak oyunlarıyla büyüyorduk: çelik çomak, topaç çevirme, yağlı kayış, saklambaç, kör ebe, uçurtma uçurma, uzun eşek… Evde ve soğuk günlerde ise yüzük saklamaca, isim-şehir gibi oyunlar oynardık.
Evimiz Afyonkarahisar’ın Sultandağı ilçesine bağlı Kırca kasabasındaydı. Şimdi orası köy hâline geldi. O zamanlar evimiz dağın yamacında, iki katlı ahşap, düz damlı, elektriksiz bir evdi. Sokaklar eski taşlarla kaplıydı; yağmur yağınca dam akardı. Annem su birikintilerini leğen ve bakırlarla toplar, kilimlerimizin ıslanmasını önlerdi. Alt kat avlu gibiydi; kışın odun ve tezek koyardık. Tavuklarımızın yumurtalarını toplar, anneme götürürdük; her zaman bir yumurtayı bırakır, tavuğun tekrar yumurtlamasını sağlardı.
Üst kata derme çatma ahşap merdivenle çıkılırdı. O katta bir oda ve yiyeceklerimizi koyduğumuz küçük bir kiler vardı. Suyumuzu köy çeşmesinden bakraç ve kovalarla getirir, kışın su ince bir buz tabakasıyla donar, o buz gibi sudan içmek bile büyük bir keyifti.
Köyde çoğu ev kerpiç ve düz damlıydı. Babam kışın damdaki karları “karlık” adı verilen aletle temizlerdi; kalan karları eriyince dam akmasın diye “yuvak” adı verilen taşları üzerine dizerdi. Yine de dam akardı.
Evimizin arkasındaki yokuştan naylon çuvallarla kaymak en büyük eğlencemizdi; arka kapıya kadar kayardık, soğuktan üşüse de heyecandan bunu fark etmezdik. Komşumuz Müyesser Teyze’nin evinde elektrik vardı; bazen annem bizi oraya götürürdü.
O zamanlar televizyonda sadece siyah-beyaz, tek TRT 1 kanalı vardı. Ne çıkarsa onu izlerdik, çaresiz ama heyecanla… Renkli, uzaktan kumandalı, ful HD ekranlı televizyonlar, sayısız kanal ve dijital cihazlar nerede?
O yıllar basit ama mutluluk doluydu. Her şey daha samimi, daha gerçek ve daha bir aradaydı.
Yorumlar
Kalan Karakter: